SEÇME YAZI



Rasulullah'ın (as) katiplerinden olan
 Hanzale el-Üseyd (ra) anlatıyor:

Ebu Bekr benimle karşılaştı ve: - Nasılsın ya Hanzale? diye sordu.
 Ben de: - Hanzale münafık oldu, dedim. -
 SübhanAllah! Sen ne söylüyorsun? dedi.
 Ben de: - Rasulullah'ın (sav) yanında olduğumuzda, bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyor. Sanki görmüş gibi oluyoruz.
 Rasulullah'ın (as) yanından çıktıktan sonra ise hanımlarla, çocuklarla ve geöim sıkıntısı ile meşgul oluyoruz.
 Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz, dedim.

 Hz. Ebu Bekr: - Allah'a yemin olsun ki, bizde de böyle şeyler oluyor, dedi. Bunun üzerine Ebi Bekr ve ben Rasulullah'ın (as) yanına gittik.

Ben: - Hanzale münafık oldu. Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. Sanki gözle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız zaman hanımlarla, çocuklarl ve geçim sıkıntıları ile meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şeyi unutuyoruz, dedim.

Bunun üzerine Rasulullah (as):


- Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki siz benim yanımda bulunduğunuz hali muhafaza edip, zikre devam edebilseydiniz, sizinle melekler yataklarınızda ve yollarınızda musafaha ederdi. Fakat ya Hanzale! Bazen böyle bazen öyle olur.. buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. (Müslim, Tevbe, 12;...)

Hadisten çıkan netice:
 Bazı sebeplerden dolayı insanın kendisi için kafir veya münafık gibi
benzer ifadeleri söylemesinin caiz olması.

Bazı büyüklerin kelamında birtakım kötü sıfatlardan dolayı kendilerine veya nefislerine kafir dedikleri söz konusu olmaktadır. Aslında nefis hakikat itibariyle o kişinin zatıdır. Kişinin kendine kafir demesi ya kötü amellerden ya da kötü gidişattan veya özel bir sebepten dolayı olabilir. Bu hususa genel olarak bakıldığında şu şüphe oluşabilir:

Kendine kafir diyen kişi nasıl müslüman olur? İşte yukarıdaki hadiste bu durum anlatılmaktadır. Hz. Hanzale bir halin kendisinde devamlı olmamasından dolayı kendisi için münafık lafzını kullandı. Fakat gerçekten bu lafzı, hakiki ve şer'i anlamda kullanmadı. Çünkü küfrün hakikatinde Allah ve Rasulünü tekzip etmek vardır. Bu tekzip etme durumu Hanzale'de mümkün değildir. O, Peygamber Efendimizin yanındaki durum ile dışardaki durum arasında farkı teşbihle ifade ederek bunu, özel ıstılah mahiyetinde mecazen söyledi. Buna benzer başka bir ıstılah da vardır. O da fani kelimesidir.

Fani, mana itibariyle setre (örtmeye), lugavi olarak küfre, hal itibariyle de fenaya (yokluk) delalet eder. Bundan dolayı şeyhimden işittiğim gibi, bazen fani kelimesi yerine kafir lafzı da kullanılır.

Netice olarak bu gibi ıstılahlardan dolayı bir kimseyi tekfir etmek ve münafıklığına hükmetmek doğru olmaz. Hz. Peygamberin (as) cevabında, Hanzale'nin (ra) mecaz ifadesinin reddi yoktur. Bunun aksine Peygamber Efendimizin (as) esas olarak Hanzale'nin kendisini kötülemesine iyi bakmadığı anlaşılmaktadır.


Hadisten çıkan diğer bir netice: Müşahede

Bir şeyi devamlı göz önüne getirmeye ve bir düşüncenin kalpte galip ve kuvvetli olmasına müşahede denilir. Bu hadiste bunun ispatı vardır. Hz. Hanzale cennet ve cehennemi hatırlayarak "Sanki biz onları gözü açık görüyoruz" dedi. Burada onun muradı, Rasulullah'ın (as) yanında o hali devamlı muhafaza edebildiklerini ifade etmektir. Yoksa müşahedenin lugavi anlamı onun muradı değildir. Bazı bilmeyen kimseler bu hataya düşüyorlar.


Hadisten çıkan diğer bir netice: Şeyhin sohbetinin bereketi

Mücahede ve riyazetlerle terakki elde edildiği gibi, şeyhin sohbeti ve hitabıyla sağlanabilir. Fakat bunun etkisi riyazetle elde edilen gibi derin ve kalıcı değildir. Hz. Hanzale'nin (ra) "Biz Peygamber Efendimizden (as) ayrıldıktan sonra daha çok dünya ile ilişki içerisinde oluyoruz ve pekçok şeyi unutuyoruz" söylemesi ise değişik bir durum arzeder. Bundan dolayı böyle bir şüpheye düşmeyiniz. Bu nisyanın sebebi dünya işleriyle meşgul olmaktır. Çünkü bu ilişki ve meşguliyet, onun Hz. Peygamberden (as) uzakta olması ve manevi zayıflıktan kaynaklanıyordu.


Hadisten çıkan bir diğer netice: Melekut aleminin keşfinin mümkün ve vaki olması.

Zikir ve murakabelerle nefiste tek yön ve istiğrak galip olduğu zaman, fıtri münasebetten dolayı ara sıra melekut alemi inkişaf olur. Bu hadisten bunun mümkün olduğu ve hatta gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Peygamer Efendimizin (as) buyurduğu üzere melekler sizinle tokalaşabilir ifadesi buna işaret eder. Hatta hadiste inkişaftan da öte, bir araya gelme, dokunmak ve yakınlaşmanın ispatı vardır.

Hadisteki diğer bir mesele ise, telvinin öğretilmesidir. Telvin, bir halin devamlı, aynı durumda olmamasıdır.

Pekçok salik bundan dolayı aras ıra perişan duruma düşer. Bu sebepten "bizim şu halimiz zayıf oldu", "şu durumumuz zail oldu", "bizim derecemşz düştü" derler ve netice olarak üzüntü ve hüzün içerisine düşerler.

Kamil şeyhler, değişik haller ile hallenip sıkıntıya düşen müridlerini bu hallerden kurtarmak için, bu durumların geçici olduğunu ve ümitsizliğe düşülmemesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Hususen yeni intisap edenler, bu tağyir ve tebdiliyle yükselme-azalma haliyle çok karşılaşırlar ve ıstılahta buna telvin denir. Temkin ehlinde de durumlarına göre benzer değişiklikler meydana gelir.

Hadis-i şerifte bunun da ispatı vardır. Peygamber Efendimiz (as) buyurdular:

-"Saat be saat değişiklik olur."

Bunlar sülukun gereklerindendir, zararlı değildir. Bundan dolayı üzülmeyin. Bu hale üzülüp ye'se düşmek çok zararlıdır.




duanın kabul olması için

Dua'nın Kabul Olması İçin
yazan Ahmed Muhammed

1- Haram lokmadan sakınmalıdır!

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani]

Sad bin Ebi Vakkas hazretleri dedi ki: Ya Resulallah, dua buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin!

Cevabında buyurdu ki:
(Duanızın kabul olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul olunur?) [Şira]

Yine buyurdu ki:
(Duanın kabul olması için iki şey gerekir. Duayı ihlâs ile yapmalıdır. Yediği ve giydiği helâldan olmalıdır. Müminin odasında, haramdan bir iplik varsa, bu odada yaptığı dua kabul olmaz.) [Tergibüs-salât]


2- İtikadı düzgün olmalıdır.

Sapıkların, mezhepsizlerin, duaları kabul olmaz. Hadis-i şerifte, (Bidat ehlinin duası ve ibadetleri kabul olmaz) buyuruldu. (İbni Mace)

Âyet-i kerimenin, duanın tesir edebilmesi için, okuyan ve okunan kimsenin buna inanması ve okuyanın itikadının düzgün olması, Allah rızası için okuması, kul hakkından sakınması, haram yememesi ve karşılığında ücret istememesi şarttır.

3- Uyanık kalble ve kabul edileceğine inanarak dua etmelidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya, kabul edileceğine tam inanarak dua ediniz! Biliniz ki, Allahü teâlâ gafil bir kalb ile yapılan duayı kabul etmez.) [Şira]

4- Dualarım niçin kabul olmuyor dememelidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah'tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari]

İstenilen şeyin olmaması, duanın kabul olmadığını göstermez. Onun için duaya devam etmelidir! Duanın kabulünün gecikmesinin başka sebepleri de vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Mümin dua edince, Allahü teâlâ, Cebraile, "Ben onu seviyorum, isteğini hemen yerine getirme!" Facir, [günahkâr] dua edince de "Ben onun sesini sevmiyorum. İsteğini hemen yerine getir" buyurur.) [İbni Neccar]

Şu halde, duanın kabulünün gecikmesi zararlı değildir.

5- Bela gelmeden önce çok dua etmelidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen, refah zamanında çok dua etsin!) [Tirmizi]

Ebu İshak hazretlerinden dua istediler. Dua etti. Duasının kabul edildiğini gören bir talebesi, (Efendim, bu duayı bana da öğretin, ihtiyaç halinde ben de edeyim) dedi. Buyurdu ki: (Duamın kabul edilmesinin sebebi, otuz yıldır kıldığım namazlar, ettiğim dualar ve haram lokmadan sakınmamdır.)

6- Duaya hamd ve salevatla başlamalıdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ey namaz kılan, acele ettin. Namaz kıldıktan sonra dua ederken önce Allahü teâlâya layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salevat getir, sonra dua et!) [Tirmizi]

7- Yalvararak dua etmelidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Gafil olan kalb ile yapılan dua makbul değildir.) [Tirmizi]

Hz. Davud zamanında kuraklık oldu. Halk dua etmek için aralarından üç âlimi seçtiler.

Âlimlerden biri şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında kendimize zulmedenleri affetmemizi bildirdin. İşte biz, nefslerimize zulmettik. Senden af diliyoruz. Bizi affet!)

İkinci âlimin duası da şöyle: (Ya Rabbi, Kitabında köleleri, azat etmemizi bildirdin. İşte biz kul olarak huzurundayız. Bizleri azat eyle!)

Üçüncü âlim de şöyle dua etti: (Ya Rabbi, Kitabında, kapımıza gelen saili kovmamamızı, yüz çevirmememizi bildirdin. İşte biz de sail olarak huzurundayız. Senden rahmet istiyoruz. Bizi boş çevirme!)


Duaları kabul olarak rahmet yağdı.

8- Sebeplere yapışmadan istemek kuru bir temennidir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.) [Deylemi]

9- Günah işlemeyen dil ile dua etmelidir.
Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâya günah işlemeyen dil ile dua edin) buyurdu. Böyle bir dilin nasıl bulunacağı sual edilince, (Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir) buyurdu. [Tergibüs-salât]

10- İsm-i azam ve esma-i hüsna ile dua etmelidir.

0 yorum:

Yorum Gönder

ÖZLÜ SÖZLER

Hayatını Neye Adadın? Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî k.s. şöyle der: “İhlâs, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın emir ve hükümlerini sadece onun rızası için yapmak, bütün gücünü bunun için sarfetmektir. İhlâs, ilahî emirlere sebat göstermenin özüdür. İnsan kıymet verdiği ve düşündüğü şeye göre kıymet kazanır. Hayatını şöhret ve şehvete adayan kişinin sonu hiç kuşkusuz hüsrandır.”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Özel Arama
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Toplam Sayfa izleme