Tövbe, Manevî Terbiyenin Temelidir



Tövbe, Allahu Teala’nın sevmediği bütün kötü işlerden ve düşüncelerden vazgeçip O’na dönmektir. Tasavvuf terbiyesinin tek gayesi bu dönüşü gerçekleştirmektir. Bu da ancak, içi ve dışı ile istikamet üzere yaşamakla olur. Allahu Teala, kullukta kendisine şirk koşulmasını haram kıldığı gibi; haram işlere girilmesini de yasaklamıştır. Gönlü masiva, günü masiyet ile dolu olan bir kimse, ilahî huzurda nasıl kabul görecektir?

Masiva, Yüce Allah’ın razı olmadığı her şeydir. Masiyet ise, haram kılınan amellerdir. “Ben, Allahu Teala’nın beni sevmesini istiyorum!” diyen herkes, bu sevgiyi O’nun razı olmadığı bütün sevgi ve sevgililerden, fikir ve fiillerden vazgeçerek tadabilir.

Ariflerin belirttiği gibi136 manevî terbiye tövbe ile başlamaktadır. Takvanın ilk basamağı tövbedir. “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki, kurtuluşa erebilesiniz.”137 ayetiyle iki cihanın saadeti tövbeye bağlanmıştır. Güzel bir tövbe yapmayan kimsenin manevi ilerlemesi zor, terbiyesi noksan olur.

Büyük veli Sehl b Abdullah et-Tüsterî (k.s), demiştir ki:

“İrfan mektebi tasavvufa yeni girene ilk emredilecek şey tövbedir. Tövbe, kötü hâl ve hareketleri övülen hareketlere çevirmek, nefsi yalnızlığa ve devamlı sükuta alıştırmaktır. Kulun tövbesi ancak helal yemekle sahih ve sağlam olur.

Gerçek tövbe, kulun bütün haram, şüpheli ve sakıncalı şeyleri terk etmesidir. Bu hâli elde etmek için kesinlikle ileride yaparım, dememek gerekir. Ayrıca gerçek tövbe insanın nefsini, içinde bulunduğu vakitte yapması gereken en hayırlı şeyle meşgul etmesiyle gerçekleşir.”138


Arifibillah Şihabüddin Sühreverdî (k.s), tövbenin manevî terbiyedeki yerini ve değerini şöyle belirtir:

“Tövbe, bütün manevi makamların temeli ve kıvamıdır. Ayrıca o, bütün güzel hâllerin anahtarıdır. Tövbe, manevi makamların ilki olup, binanın kurulacağı yer durumundadır. Yeri olmayanın binası olmayacağı gibi, tövbesi sağlam olmayanın da herhangi bir güzel hâli ve makamı yoktur.

Ben ilmimin ulaştığı, gayret ve gücümün yettiği kadar makamları, halleri ve bunların verdiği neticeleri inceledim; sihhatli bir imandan sonra elde edilecek şeylerin hepsinin üç şey olduğunu gördüm. Bunlar, imanla beraber dört olmaktadır. Kim bu dört şeyi gerçek olarak elde ederse, melekût âlemini seyreder, Allahu Teala’nın kader ve ayetlerini keşfeder. Kendisinde, Allahu Teala’nın ilâhî kelimeleri hakkında bir anlayış ve zevk meydana gelir. Bütün hâl ve makamlar bu dört şeyden meydana gelir, onlarla olgunlaşır ve kuvvet bulur. İmandan sonra diğer üç şey şunlardır:

1-Tövbe-i nasuh,
2-Dünyaya karşı zühd,
3-Kalbî ve bedenî amellerde herhangi bir gevşeklik ve kusur göstermeksizin ihlasla amellere devam etmek ve böylece güzel kulluğu ele geçirmektir.

Sonra, bu dört şeyi tam olarak yapabilmek için, onları ayakta tutan, tamamlayan ve kıvamını sağlayan diğer dört şeyin desteği lazımdır. Bunlar da az yemek, az uyumak, az konuşmak ve kötü insanlardan uzaklaşmaktır.

Gönüllerini dünyadan çekerek tamamen Allah’a vermiş bütün alim ve meşayıh-ı kiram, makamların bu dört şeyle istikrar bulacağını, hâllerin onlarla güzel olacağını ve Allah’a dost olan velilerin ancak bunlarla veli olduğunu belirtmişlerdir.

Kesin olarak anlaşılmıştır ki, diğer bütün makamlar bu anlattıklarımızın içinde mevcuttur. Kim bunları elde ederse, bütün manevî makamları elde etmiş olur.

İmandan sonra, bu makamların ilki tövbedir. Tövbe de başlangıcında sahih ve sağlam olabilmesi için birtakım hallere muhtaçtır. Tövbe sahih ve sağlam olduğu zaman bereket ve tesiri bütün makam ve hallere yayılır.

Tövbenin evvelinde, kulu günahlardan sakındıran bir duygunun bulunması gerekir. İnsanın içinde oluşan bu duygu, Allahu Teala’nın kuluna hibe ettiği bir hâldir. Buna “intibah” yani manevî uyanma denir. Samimi tövbe eden kimseye bu hâl mutlaka gerekir. Kul kötülükten sakınma hâlinden sonra intibah hâlini elde eder.

Beyazid-i Bestamî (k.s) demiştir ki:

“İntibahın, yani manen uyanmanın alameti beştir:
1-Kul, nefsini hatırlayınca boynunu büker.
2-Günahını hatırlayınca istiğfar eder.
3-Dünyayı hatırlayınca düşünüp ibret alır.
4-Ahireti hatırlayınca sevinir,.
5-Allahu Teala’yı hatırlayınca ürperir.”

Kulun manevî uyanıklığı tamam olunca, tövbe makamına nakledilir. İşte, sırasıyla anlattığımız bu sakınma, kendine gelme ve uyanma halleri tövbeden önce bulunur. Sonra, sahih bir tövbe için kulun muhasebeye ihtiyacı vardır. Tövbe ancak, kulun hâllerini güzelce muhasebeden geçirmesiyle sahih ve sağlam olur.

Müminlerin emiri Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir:

“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Amelleriniz tartılmadan önce onları siz tartınız ve Allahu Teala’nın “O gün hesap için Allah’a arz olunursunuz, öyleki hiç bir gizli hâliniz kalmaz.”139 buyurduğu en büyük arz için, kendinizi ibadet ve amelle süsleyiniz.”

Muhasebe, nefesleri gafletle alıp vermemek, azaları günahtan korumak, vakitlerin hakkını gözetmek ve o vakit içinde kendisine en faydalı olan şeyleri yapmakla gerçekleşir.

Kul, bu muhasebe sayesinde Allahu Teala’nın kendisine günde beş vakit namazı niçin farz kıldığını anlar. Bunun büyük bir rahmet olduğunu görür. Cenab-ı Hakk’ın bu ibadeti onun durumunu ve tamamen gaflet içindeki hâlini bildiğinden, hevaya kul ve dünyaya köle olmaması için emrettiğini bilir. Böylece beş vakit namazın, Cenab-ı Hakk’ın rububiyet hakkını yerine getirebilmek için nefisleri kulluk alanına çeken ilâhî bir zincir olduğunu fark eder. Bir namazdan diğer namaza kadar, nefsini güzel bir muhasebeyle kontrol eder. Güzel muhasebe ve emirlere riayetle şeytanın giriş yollarını kapatır. Namazına ancak güzelce tövbe ve istiğfarla kalbindeki dünya bağlarını çözüp attıktan sonra girer.

Şunu hatırlatalım: Dinin emirlerine uymayan bütün söz ve hareketler kalpte siyah bir nokta oluşturur ve kalbin üzerine bir düğüm bağlar. Kalbinin ne halde olduğunu iyi araştıran ve muhasebesini yapan kimse, azalarını günahlardan uzak tutar ve iç alemini namaz için hazırlar. Böylece muhasebe makamını elde etmiş olur. Bu durumda onun kıldığı her namaz, diğer namaza kadar geçen vakitlerini aydınlatacak bir nur olur.

Kendisini hesaba çekenlerden bir tanesi namaz vakitlerini bir kağıt üzerine yazar, iki namaz arasında bir miktar boş yer bırakırdı. Her ne vakit gıybet yahut başka büyük bir hata işlese, o boşluğa bir çizgi çekerdi. Boş bir söz söyler veya nahoş bir hareket yapınca da bir nokta kordu. Bunu, kendisine faydası olmayan günah ve hareketlerini düşünüp ibret almak, muhasebesini iyi yapmak, şeytanın ve devamlı kötülüğü emreden nefsin kalbine etkisini azaltmak için yapıyordu. Bu konudaki ciddiyeti, hâlini güzelce kontrol hususundaki sadakati ve salihlerin makamını elde etmeye olan hırsından kaynaklanıyordu. Şu anlattığımız muhasebe ve ilâhî emirlere riayet makamı, tövbenin sıhhati için zaruridir.

Cüneyd el-Bağdadî demiştir ki: “Kimin emir ve edeplere riayeti güzel olursa, Allah dostluğu devam eder.”

Ariflerden Ebu Muhammed b. el-Cerirî (k.s) (321/933), demiştir ki:

“Bizim bu yolumuz iki temel üzere kurulmuştur: Birisi, Allahu Teala için devamlı nefsini kontrol etmek; diğeri de zahirî amellerinde ilmin emrettiği şekilde hareket etmektir.”

Allahu Teala buyurmuştur ki:

“Herkesin iyi veya kötü, bütün yaptığına gözcü olan Allah’a ortak koşulur mu?”140

Murakabe, Allah’ın haklarını yerine getirme ilmidir. Bu, kulun kendisiyle Allahu Teala arasındaki hâlinin ne durumda olduğunu bilmesidir. Bunların hepsi tövbenin sıhhati için lazımdır.
Ariflerden Ebu Osman el-Mağribî (k.s) (373/983) demiştir ki:

“Manevî terbiye yolunda insana lazım olan şeylerin en faziletlisi, muhasebe, murakabe ve ameli ilimle yürütmektir. Tövbe sağlam olarak gerçekleşince, Allah’a yönelme de sahih olur.”

Tövbenin güzel olması için mücahede lazımdır. Mücahede, ancak niyet ve işte sadakatle düzgün olur. Bunun için de sabır gerekir. Şu halde manevî terbiye ve ilerleme temelde ihlas, güzel niyet, sadakat ve sabra dayanır.

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz: “Gerçek mücahit, nefsiyle mücahede hâlinde olan kimsedir.”141 buyurmuştur. Malumdur ki, nefisle mücahede ancak sabırla mümkün olur. Sabrın en faziletlisi, bütün düşünceyi Allahu Teala’ya vererek onunla beraber olmaya, kalbiyle murakabeye devam etmeye ve kalpten Allahu Teala’nın razı olmadığı kötü düşünceleri temizlemeye sabretmektir.

Sabır, farz ve fazilet olarak iki kısma ayrılır:

Farz olan sabır, farzları yerine getirmeye ve haramlardan sakınmaya sabretmektir.

Fazilet olan sabır ise, fakirliğe, başa gelen musibetlere, acıları gizleyerek şikayet etmemeye, fakirliği gizlemeye, kendisine verilen manevî ihsan ve kerametleri, görmüş olduğu ibret ve ayetleri saklamaya sabırdır.”142





Share|
Category:

0 yorum:

Yorum Gönder

ÖZLÜ SÖZLER

Hayatını Neye Adadın? Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî k.s. şöyle der: “İhlâs, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın emir ve hükümlerini sadece onun rızası için yapmak, bütün gücünü bunun için sarfetmektir. İhlâs, ilahî emirlere sebat göstermenin özüdür. İnsan kıymet verdiği ve düşündüğü şeye göre kıymet kazanır. Hayatını şöhret ve şehvete adayan kişinin sonu hiç kuşkusuz hüsrandır.”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Özel Arama
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Toplam Sayfa izleme