Hz. Ömer'in Müslüman OIuşu



Hz. Ömer'in Müslüman OIuşu

Hz. Ömer'in annesi Hanteme Ebu Cehil'in amcasının kızı olduğuna göre, Ebu Cehil Hz. Ömer'in dayısı sayılırdı.
Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce, Peygamberimiz Aleyhisselama ve Müslümanlara karşı, insanların en katı davrananı idi.
Hz. Ömer'in Müslüman oluşu Kureyş müşriklerinin Habeş ülkesine hicret eden Müslümanları kendilerine teslim etmesi için ona ve kumandanlarına sunulacak hediyelerle birlikte Necaşî'ye gönderdikleri Amr b. Âs ve Abdullah b. Ebi Rebia'nın elleri boş olarak, hoşlarına gitmeyen bir şekilde geri çevrildikleri sıralarda, ve Hz. Hamza'nın Müslüman oluşundan üç gün sonra olup; bu da, nübüvvetin altıncı yılında, Zilhicce ayından bir Cuma günü idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Dârü'l-Erkam'da Pazartesi günü:
"Ey Allah! Şu iki adamdan, Ebu Cehil veya Ömer b. Hattab'dan, sana sevgili olanı ile İslâm'ı aziz kıl, güçlendir!" diyerek dua etmişti.
Hz. Ömer der ki:
"Ben, Müslüman olmadan önce, Resûlullah Aleyhisselama sataşmak için evden çıkıp, kendisini buldum. O, Mescid-i Haram'a erişmekte beni geçmişti. Ben de, varıp arkasında, ayakta durdum.
Resulullah Aleyhisselam el-Hâkka sûresini okumaya başladı.
Dinlediğim kelamın belâgatına, düzgünlüğüne, derli-topluluğuna hayran oldum. Kendi kendime:
'Bu, vallahi, Kureyşlilerin dediği gibi, bir şair galiba!' dedim.
O sırada, Resûlullah, sûrenin şu (mealdeki) âyetlerini okudu:
'Gördüğünüz, görmediğiniz şeylere and ederim ki: Hiç kuşkusuz, o (Kur'ân), Allah katında çok şerefli bir resûlün (Allah'tan telakki ettiği) sözüdür!
O, bir şair sözü değildir! Siz ne az inanır (adamlar)sınız!'
Ben, yine, kendi kendime:
'Galiba, bu bir kâhindir! (İçimden geçirdiklerimi anladı!)' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam şu (mealdeki) âyetleri okumaya devam etti:
'O, bir kâhin sözü de değildir! Siz ne kıt düşünür (adamlar)sınız!
O (Kur'ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
Eğer, (Peygamber, söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverir, sonra da, muhakkak onun kalb damarını koparır (kendisini yaşatmaz)dık!
O vakit, sizden hiçbiriniz, buna mâni de olamazdınız!
Şüphe yok ki, o (Kur'ân), fenalıktan korunanlar için kat'î bir öğüttür.
İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu, elbette, Biz de biliyoruz. Muhakkak ki, o (Kur'ân), kâfirler üzerine bir hasrettir (iç yarasıdır)!
Hiç kuşkusuz, o (Kur'ân) kesin bilginin tam gerçeğidir.
O halde, o büyük Rabbini, Kendi ismiyle tesbih (ve tenzih)e devam et!'
Resûlullah Aleyhisselam sûreyi böylece okuyup bitirdiği zaman, her yerde, kalbime İslâm meyli düştü."
Yine, Hz. Ömer der ki:
"Ben Cahiliye devrinde içkici idim. İçki içmeyi çok sever ve içince neşelenirdim.
İslâmiyetten nefret duyar ve uzak dururdum.
Hazvere'de, Ömer b. Abd b. İmrânü'l-Mahzumîlere ait evlerin yanında, Kureyş erkeklerinden bazılarının içinde toplandığı bir toplantı yerimiz vardı.
Bir gece, toplantı arkadaşlarımla buluşmak arzusu ile bu toplantı yerine gitmiştim.
Oraya vardığımda, toplantı yerinde onlardan hiç kimseyi bulamadım. Kendi kendime 'Filan içkicinin yanına gideyim. Belki onda biraz içki bulur, içerim' dedim. Kendisi Mekke'de içki satardı.
Bu maksatla ona gittim. Fakat kendisini bulamadım. Yine, kendi kendime 'Bâri Kâbe'ye gideyim, onu yedi veya yetmiş kere tavaf edeyim' dedim.
Kâbe'yi tavaf etmek arzusuyla Mescid-i Haram'a vardım.
Bir de gördüm ki, Resûlullah Aleyhisselam durmuş, namaz kılıyordu.
Kendisi, namaza durduğu zaman Şam'a doğru yönelir ve Kâbe, Şam ile kendisinin arasında kalırdı. Namaz kıldığı yer, Rüknü'l-Esved ile Rüknü Yemânî arası idi.
Onu görünce, kendi kendime:
'Vallahi, ne olursa olsun, bu gece Muhammed'in söylediklerini işitmek için durup dinlemek istiyorum' dedim.
Yine, kendi kendime:
'Dinlemek için onun yanına yaklaşacak olursam, belki kendisini korkutmuş olabilirim' dedim. Hicr köşesine gittim. Orada, Kâbe'nin örtüsünün altına girdim. Örtünün arkasından yavaş yavaş yürüdüm. Resûlullah Aleyhisselam, ayakta durup namaz kılıyor ve Kur'ân okuyordu.
Ben, yürüyerek onun karşısına kadar gelip, kıblesinde durdum.
Aramızda, Kâbe'nin örtüsünden başka birşey yoktu.
Kur'ân'ı dinlediğim zaman, kalbim ona karşı yumuşadı."
İbn İshak, İbn Hişam; Hz. Ömer'in Müslüman oluşunu şöyle anlatırlar:
Hz. Ömer'in kızkardeşi Fâtıma binti Hattab Hatun, Saîd b. Zeyd ile evli olup, ikisi de Müslüman olmuşlardır.
Fakat, Müslümanlıklarını Hz. Ömer'den gizli tutuyorlardı.
Yine Hz. Ömer'in mensup bulunduğu Adiyy b. Ka'b oğullarından Nuaym b. Abdullah da Müslüman olmuştu. O da, kavminden korktuğu için, Müslümanlığını gizli tutuyordu.
Habbab b. Eret, Fâtıma Hatuna gelip gidip Kur'ân okur ve okuturdu. Bir gün, Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabından bir cemaata saldırmak üzere, kılıcını kuşanmış olarak evinden çıkmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının Safâ tepeciğinin yanındaki bir evde toplandıkları ve kadınlı-erkekli kırk kişiye yakın oldukları, kendisine haber verilmişti.
Dârü'l-Erkam'da; Peygamberimiz Aleyhisselam ile amcası Hz. Hamza, Ashab-ı Kiramdan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve Habeş ülkesine hicret etmeyip Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte Mekke'de oturan Müslümanlardan bazıları da bulunuyordu.
Nuaym b. Abdullah Hz. Ömer'e rastladı ve:
"Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.
Hz. Ömer:
"Kureyşlilerin işlerini darmadağın eden, akıllarını akılsızlık sayan, dinlerini ayıplayan, ilahlarına dil uzatan, şu ata dinini bırakıp yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum. Öldüreceğim onu!" dedi.
Nuaym b. Abdullah:
"Vallahi ey Ömer! Seni nefsin aldatmıştır, nefsin!
Sen Muhammed'i öldürünce Abdi Menaf oğullarının seni yeryüzünde gezer bırakacağını mı sanıyorsun?!
Sen kendi ev halkına dönsen de, onların işi üzerinde dursan olmaz mı?" dedi.
Hz. Ömer:
"Sen benim ev halkından, hangisini kastediyorsun?" diye sordu.
Nuaym b. Abdullah:
"Amcanın oğlu enişten Saîd b. Zeyd ile kızkardeşin Fâtıma'yı kastediyorum! Vallahi, onların ikisi de Müslüman oldular, Muhammed'e uydular ve onun dinine girdiler! Sana önce onlarla ilgilenmek düşer" dedi.
Hz. Ömer, hemen geri dönüp kızkardeşiyle eniştesinin evine kadar gitti.
O sırada, onların yanında Habbab b. Eret ve onun yanında da, içinde Fâtiha sûresi yazılı bir sahife bulunuyor, onu onlara okuyordu.
Hz. Ömer'in tıkırtısını işittikleri zaman, Habbab evin bir köşesinde gizlendi.
Fâtıma Hatun sahifeyi alıp uyluğunun altına sakladı.
Hz. Ömer, evin yanına geldiği zaman, Habbab'ın Fâtıma Hatunla Saîd b. Zeyd'e Kur'ân okuduğunu işitmişti. Eve girince:
"İşitmiş olduğum o şey ne idi?" diye sordu.
Kızkardeşiyle eniştesi:
"Sen birşey işitmedin!" dediler.
Hz. Ömer:
"Evet! Vallahi, ikinizin de Muhammed'e uyduğunuzu ve onun dinine girdiğinizi haber aldım!" dedi ve hemen eniştesi Saîd b. Zeyd'in üzerine çullandı.
Fâtıma Hatun da kalkıp onu kocasının üzerinden ayırmak, uzaklaştırmak isteyince, Hz. Ömer vurup Fâtıma Hatunun başını yardı!
Hz. Ömer bunu yapınca, kızkardeşi de, eniştesi de:
"Evet! Biz Müslüman olduk! Allah'a ve Resûlüne iman ettik!
Sen istediğini yap!" dediler.
Hz. Ömer kızkardeşinin başını yarıp kanattığını görünce, yaptığına pişman oldu, yapmak istediği şeylerden vazgeçti. Kızkardeşine:
"Demin okuduğunuzu sizden dinlediğim şeylerin yazılı bulunduğu sahifeyi bana ver de, Muhammed'in getirdiği şeyin ne olduğuna bir bakayım?" dedi.
Kızkardeşi:
"Biz senin sahifeye birşey yapmandan korkarız!" dedi.
Hz. Ömer:
"Korkma!" dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine, ilahları üzerine yemin etti.
Bunun üzerine, Fâtıma Hatun, onun Müslüman olacağını umarak:
"Ey kardeşim! Sen, puta taptığın müddetçe, pissin (temiz değilsin)! Halbuki, ona (Kur'ân-ı Kerîm yazılı sahifeye), pâk olandan başkası dokunamaz!" dedi.
Hz. Ömer kalkıp yıkanınca, Fâtıma Hatun ona sahifeyi verdi. Verdiği sahifede Tâhâ sûresi yazılı idi. Hz. Ömer sûreyi baş tarafından okumaya başladı ve onaltı âyet okudu.
"Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!" demekten, kendini alamadı.
Habbab, bunu işitince, saklandığı yerden çıkıp Hz. Ömer'in yanına geldi ve:
"Ey Ömer! Vallahi, Allah'ın, Peygamberinin duasını sana nasip edeceğini umuyorum. Ben dün Peygamber Aleyhisselamdan işittim ki; o, 'Ey Allah! İslâm'ı, Ebu'-Hakem b. Hişam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!' diyerek dua etmişti.
Ey Ömer! Artık Allah'tan kork, Allah'tan" dedi.
Hz. Ömer, Habbab'a:
"Ey Habbab! Sen bana Muhammed'in bulunduğu yeri göster de, yanına varıp Müslüman olayım!" dedi.
Habbab:
"O, Safâ tepeciğinin yanındaki bir evin içindedir. Kendisinin yanında da, ashabından bazıları bulunuyor" dedi.
Hz. Ömer hemen kalkıp kılıcını kuşandı. Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının bulunduğu yere varıp kapılarını çaldı.
Hz. Ömer'in sesini işitince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan bir zât kalkıp kapının gediğinden dışarı baktı.
Hz. Ömer'i kılıcını kuşanmış olarak görünce, korktu. Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü:
"Yâ Rasûlallah! Bu, Ömer b. Hattab'dır! Kılıcını kuşanmış bir haldedir!" dedi.
Hz. Hamza:
"Ona izin ver! Eğer iyilik için geldiyse, kendisine bol bol iyilik ederiz!
Eğer kötülük için geldiyse, onu kendi kılıcıyla öldürürüz!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona izin veriniz!" buyurdu.
Kapıdaki zât (Bilal-i Habeşî) ona izin verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam kalkıp ona doğru vardı ve kendisiyle avluda karşılaştı.
Kuşağından ve ridasının toplandığı yerden tutup, kendisine doğru hızlıca çekti ve:
"Ey Hattab'ın oğlu! Neye geldin?!
Vallahi, Allah'ın senin başına bir musibet indirmesine kadar duracağını sanmıyorum" buyurdu.
Hz. Ömer:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve ona Allah'tan gelen şeylere iman edeyim diye senin yanına geldim" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam "Allahuekber" diyerek tekbir getirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından olan ve evde bulunan halk, Hz. Ömer'in Müslüman olduğunu anladılar. Onlar da tekbir getirdiler.
Tekbir sesleri Mekke'nin yollarında duyuldu.
Hz. Ömer der ki:
"Müslüman olup da dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.
Ancak, benim payıma bunlardan hiçbir şeyin düşmediğini gördüm. Kendi kendime:
'Müslümanlar musibetlere uğrarlarken, ben musibete uğramamak istemem!' dedim.
Müslüman olduğum gece, kendi kendime düşündüm ki: Mekke halkından, Resûlullah Aleyhisselama düşmanlıkta en azılısı kim ise, gidip Müslüman olduğumu ona haber vereyim!
'Tamam! Ebu Cehil'e haber vereyim!' dedim.
Sabaha çıktığım zaman, Ebu Cehil'in kapısını çaldım.
Ebu Cehil yanıma çıkıp:
'Hoşgeldin kızkardeşimin oğlu! Ne haber getirdin?' dedi.
Kendisine:
'Allah'a ve O'nun Resûlü olan Muhammed'e iman ve kendisinin bildirdiği şeyleri tasdik ettiğimi sana haber vereyim diye geldim' deyince, kapıyı yüzüme çarparcasına kapayıp:
'Allah seni de, senin getirdiğin haberi de kötü etsin, iyilikten uzak kılsın! (Allah senin de belânı versin! Senin getirdiğin haberin de belâsını versin!)' dedi."
Hz. Ömer, Müslüman olduğunu haber vermek için dayısı Velid b. Mugîre'ye nasıl gittiğini ve nasıl karşılandığını da, şöyle anlatır:
"Evden çıkıp dayıma gittim. Kendisi Kureyşlilerin eşrafından idi. Kapısını çaldım. İçeriden:
'Kim o?' diye sordu.
'İbn Hattab!' dedim.
Yanıma çıktı. Kendisine:
'Benim müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?' dedim.
Dayım bana:
'Sen gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu. Ben:
'Evet, yaptım!' dedim. Dayım:
'Sakın yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış bulunuyorum bile!
Ey dayım! Ben Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman ettim. Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorum.
Sen bunu kavmine böylece haber ver!' dedim.
Dayım Velid:
'Kızkardeşimin oğlu! Sen eski işinin üzerinde sebat et! Seni halk kendi halinde bilsin! Er kişi kendi hali üzere sabahlar, kendi hali üzere akşamlar!' dedi.
Kendisine:
'Vallahi benim için iş açıkça belli olmuştur!
Sen benim Müslüman olduğumu kavmine haber ver!' dedim.
Velid:
'Senin bu işini haber veren ilk kişi ben olmayacağım!' dedi ve evine girip kapıyı yüzüme karşı kapadı. Kendi kendime:
'Bu birşey değil!' dedim.
Kureyş müşriklerinden, başka bir adama gidip kapısını çaldım. İçeriden:
'Kim o?' diye sordu.
'İbn Hattab!' dedim.
Yanıma çıktı. Kendisine:
'Benim müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?' dedim.
'Sen gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu.
'Evet! Yaptım!' dedim. Bana:
'Sakın, yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış bulunuyorum bile!' dedim.
O da, hemen içeri girip, kapıyı yüzüme karşı kapadı. Kendi kendime:
'Müslümanlar dövülüyor, ben ise dövülmüyorum.
Müslümanları dövüyorlar, ben ise dövülmüyorum. Beni hiç kimse dövmüyor!' dedim. Geri döndüm.
Bana, bir adam:
'Sen Müslümanlığını bildirmek istemiyor musun?' dedi. Ona:
'Evet! Bildirmek istiyorum' dedim.
'Öyle ise, Kureyşliler Hicr'de oturdukları sırada, sır saklamayı bilmeyen filan adama git! İkinizin arasında gizli kalmasını hatırlat!
Kendisine:
'Ben müşriklikten çıktım, başka bir dine girdim' de, yeter. Çünkü, onun sır sakladığı pek azdır' dedi."
Abdullah b. Ömer der ki:
"Babam, Müslüman olduğu zaman, Kureyşlilerin en çok söz taşıyanı, en çok söz yayanı kimdir? diye sordu. Kendisine:
'Cemil b. Ma'meru'l-Cumahî'dir!' denildi.
Bunun üzerine, babam onun yanına gitti.
Ben de babamın arkasından gittim. Babam ona:
'Ey Cemil, biliyor musun? Ben Müslüman oldum, Muhammed'in dinine girdim' der demez, vallahi Cemil ayağa kalkıverdi.
Acelesinden ridasını sürükleyerek, o önde, babam arkada, gittiler. Ben de babamı takip ettim.
Mescid-i Haram'ın kapısına varıldı.
O sırada, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Kâbe'nin kapısı civarındaki toplantı yerinde bulunuyorlardı.
Cemil, Kâbe'nin kapısında ayakta dikilerek, avazının çıktığı kadar:
'Ey Kureyş cemaatı! Haberiniz olsun ki, Ömer b. Hattab dininden çıkmış, başka bir dine girmiştir!' diyerek bağırdı.
Babam ise:
'O yalan söylüyor! Ben Müslüman oldum ve Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet ettim!' deyince, Kureyş müşrikleri babama saldırdılar.
Güneş başlarının üzerinde yükselinceye kadar, babamla Kureyşliler, çarpıştılar.
Sonunda, babam yorulup oturdu.
Müşrikler babamın başucuna dikildiler. Babam onlara:
'Siz bana istediğinizi yapın! Allah'a yemin ederim ki, biz üçyüz kişi olsaydık, ya biz yenilir, burayı size bırakırdık; ya da siz yenilir, burayı bize bırakırdınız!' diyordu.
Babam Ömer ile Kureyş müşrikleri bu durumda bulundukları sırada, üzerinde Yemen işi çizgili bir elbise ile nakışlı bir gömlek bulunan, Kureyşlilerden yaşlı bir adam gelip üzerlerine dikildi ve:
'Nedir bu haliniz?' diye sordu. Saldırganlar:
'Ömer dininden çıkmış, başka bir dine girmiştir' dediler. Gelen adam onlara:
'Bırakın onu kendi haline! Adam kendisi için bir iş (bir din) seçmişse, size ne oluyor? Ne istiyorsunuz siz ondan?!
Adiyy b. Ka'b oğullarının size adamlarını böylece teslim edeceklerini (öldürteceklerini) mi sanırsınız?!
Açılın, dağılın adamın başından!
Ben onun koruyucusuyum!' dedi.
Vallahi, onlar babamın üzerinden, bir elbisenin soyuluşu gibi, sıyrıldılar, dağıldılar.
Medine'ye hicret ettikten sonra, babama:
'Ey babacığım! Mekke'de, Müslüman olduğun gün, seninle çarpışan müşrikleri azarlayıp başından dağıtan adam kimdi?' demiştim. Babam:
'Ey oğulcuğum! O, Âs b. Vâilü's-Sehmî idi' dedi."
Hz. Ömer, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! İçinde İslâmiyeti açıklamadığım bir küfür meclisi bırakmayacağım!" dedikten sonra Mescid-i Haram'a giderek, müşriklerin oradaki toplantı meclislerinde Müslüman olduğunu açıklamış; Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şahadet getirince müşriklerin saldırısına uğramış; bu onları, onlar bunu dövmeye başlamış; müşriklerin sayısının çoğaldığı sırada, daha önce kendisini korumaya alan Âs b. Vâil yetişip müşriklerin ellerinden Hz. Ömer'i tekrar kurtarmıştır.
Hz. Ömer:
"Yüce Allah İslâm'ı güçlendirinceye kadar, İslâm uğrunda dövmekten, dövülmekten geri kalmadım!" demiştir.
Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes'ud da:
"Ömer'in Müslüman oluşu bir fetih idi. Hicreti bir yardım idi. Halifeliği de bir rahmet idi! Vallahi, Ömer Müslüman oluncaya kadar, Kâbe'nin yanında açıktan namaz kılmadık.
O, Müslüman olunca, Kureyş müşrikleriyle dövüştü.
Kendisi, Kâbe'nin yanında namaz kıldı, biz de namaz kıldık!" demiştir.
Allah ondan razı olsun!


Müşriklere Karşı Dârü'l-Erkam'dan Sert Bir Yürüyüş Gösterisi

Hz. Ömer der ki:
"Müslüman olduğum ve Peygamber Aleyhisselamla ashabının da müşriklerden gizlendikleri sırada:
'Yâ Rasûlallah! Biz, ister ölü, ister diri olalım; hak üzere değil miyiz?' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Evet! Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; siz, ister ölü olunuz, ister diri olunuz, hiç şüphesiz hak üzeresiniz!' buyurdu.
Bunun üzerine:
'Yâ Rasûlallah! Biz hak üzere bulunduğumuza, onlar bâtıl üzere olduklarına göre, biz ne diye dinimizi gizliyoruz?!
Vallahi, biz İslâmiyeti küfre karşı açıklamaya daha haklı, daha lâyıkız! Allah'ın dini Mekke'de muhakkak üstün gelecektir!
Kavmimiz bize karşı taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. İnsaflı davranmak isterlerse, onu da kabul ederiz!' dedim.
Resulullah Aleyhisselam:
'Biz, sayıca çok azız!' buyurunca:
'Seni hak din ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; hiç çekinmeden, korkmadan, oturup İslâm inanç esaslarını açıklamadığım bir küfür meclisi kalmayacaktır!
Seni hak din ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; biz muhakkak ortaya çıkacağız!' dedim.
İki saf halinde çıktık. Saflardan birinin başında Hamza, diğer safın başında ben vardım.
Sert adımlarla, yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta, Mescid-i Haram'a girdik.
Kureyş müşrikleri bir bana, bir Hamza'ya bakıyorlardı.
Onlar, o gün, bir benzerine daha uğramadıkları hüzün ve kedere uğradılar.
O zaman, Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Hak ile bâtılı ayırdı!' diye, 'Fâruk' adını verdi."


Müşriklerin Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmeye Yemin Etmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm davasından vazgeçmediği takdirde öldürülmek üzere kendilerine teslimi için Kureyş müşriklerinin Ebu Talib'e yaptıkları teklifler neticesiz kalmıştı.
Habeş ülkesine çıkan İslâm Muhacirleri Habeş Necaşî'si tarafından korunarak emniyet ve huzura kavuşmuş, Hz. Hamza ve onun arkasından da Hz. Ömer Müslüman olup Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabının yanında yer almış, İslâmiyet Arap kabileleri arasında duyulmaya ve yayılmaya başlamış bulunuyordu.
Hele Necaşî'nin Hz. Cafer ve arkadaşlarına yaptığı ikramlar, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına gitmiş, onları Peygamberimiz Aleyhisselama ve ashabına karşı son derece kızdırmıştı.
Bunun üzerine, müşrikler Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmek hususunda birleştiler ve:
"Onu, gizlice veya açıktan, muhakkak öldüreceğiz!" diyerek, öldürmeye yemin ettiler.
Ebu Talib Kureyş müşriklerinin bu cinayeti işlemeye azimli olduklarını görünce, kardeşinin oğlunun hayatı hakkında korkuya düştü.
Kureyş müşriklerinin Kâbe çevresinde toplanmış bulundukları bir sırada, gidip Kâbe örtüsünün arasına girdi.
Kureyş müşriklerinin zulümlerinden, Allah'a şikayetlendi:
"Ey Allah! Kavmimiz bana karşı azgınlığa ve taşkınlığa kalkıştı!
Bize acele yardımını yetiştir! Onların önlerine geril! Kardeşimin oğlunu öldürmelerine imkân verme!" diyerek Allah'a yalvardı.
Kureyş müşrikleri:
"Şu yalancı ve akılsız (hâşâ!) adam öldürülmedikçe, bizimle Hâşim ve Muttalib oğulları arasında ne barış, ne akrabalık ve ahid, ne de dokunulmazlık var!" dediler.


Hâşim ve Muttalib Oğullarının Şı'b-ı Ebu Talib'de Toplanmaları

Ebu Talib Hâşim ve Muttalib oğullarını yanında topladı.
Peygamberimiz Aleyhisselamı kendilerine ait Şı'b'da, yanlarında bulundurmalarını ve onu-öldürmek isteyenlere karşı-korumalarını onlara emretti. Müslüman olan olmayan, hepsi; kimi din ve iman, kimisi de-müşrik olmalarına rağmen-aile ve akrabalık gayretiyle, bu hususta birleştiler.
Muttalib oğulları da, Hâşim oğullarının yanında yer aldılar.
Zaten, Muttalib oğullarıyla Haşim oğulları, bir soy sayılırlardı. Hâşim b. Abdi Menaf'ın kardeşi Muttalib'e vasiyeti üzerine, Hâşim oğulları öteden beri birlikte hareket ederlerdi.
Cahiliye devrinde de, İslâm devrinde de onlardan ayrılmadılar. Nübüvvetin altıncı yılından sonra, yedinci yılında, Muharrem hilalinin doğduğu gece, Ebu Talib başlarında olmak üzere, Peygamberimiz Aleyhisselam ve bütün Haşim ve Muttalib oğulları Şı'b'da toplandılar. Hâşim oğullarından yalnızca Ebu Leheb, Şı'b'a girmediği gibi, Hâşim ve Muttalib oğullarına karşı, müşrikleri desteklemeye devam etti. Amca oğulları olan Abduşşems ve Nevfel oğulları da, Haşim ve Muttalib oğullarını desteklemediler.
Category:

0 yorum:

Yorum Gönder

ÖZLÜ SÖZLER

Hayatını Neye Adadın? Gavs-ı Bilvanisî Abdülhakim Hüseynî k.s. şöyle der: “İhlâs, Alemlerin Rabbi olan Allah’ın emir ve hükümlerini sadece onun rızası için yapmak, bütün gücünü bunun için sarfetmektir. İhlâs, ilahî emirlere sebat göstermenin özüdür. İnsan kıymet verdiği ve düşündüğü şeye göre kıymet kazanır. Hayatını şöhret ve şehvete adayan kişinin sonu hiç kuşkusuz hüsrandır.”
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Özel Arama
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Toplam Sayfa izleme

75,318