Allah ile kul arasında vasıta olur mu?
Yüce Allah zatını nurlar ile perdelemiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Eğer Allahu Teala bu nur perdesini kaldıracak olsaydı bütün alem yanardı’737 buyurur. Yüce Rabbimiz nuruyla gözlerden gizlenmiştir. Ama sevgisiyle gönüllerde, tecellisi ile bütün varlıklarda zuhur etmiştir.
Yüce Allah yarattığı insanın önüne kendi zatını tanıtacak sebepler koymuştur. Bu sebeplerin her biri bizi O’na götüren bir delil, O’ndan bize haber getiren bir ayettir. Yüce Rabbimiz varlığına bir delil ve tecellilerine ayna olsun diye kainatı yaratmış, kendisine giden yolu tarif
etmesi için peygamberler göndermiştir.
Bunlarla beraber emir, hüküm ve muradını öğretecek kitaplar da indirmiştir. Bunların yanı sıra insana, yaratanını tanıyacak kalp, kainata ibretle bakacak göz, peygamberin davetini anlayacak akıl, kitapların hükmünü uygulayacak beden vermiştir.
Bütün bunlar, Allah’a giden yolda kula yardımcı vasıtalardır.
Yüce Allah yarattığı insanın önüne kendi zatını tanıtacak sebepler koymuştur. Bu sebeplerin her biri bizi O’na götüren bir delil, O’ndan bize haber getiren bir ayettir. Yüce Rabbimiz varlığına bir delil ve tecellilerine ayna olsun diye kainatı yaratmış, kendisine giden yolu tarif
etmesi için peygamberler göndermiştir.
Bunlarla beraber emir, hüküm ve muradını öğretecek kitaplar da indirmiştir. Bunların yanı sıra insana, yaratanını tanıyacak kalp, kainata ibretle bakacak göz, peygamberin davetini anlayacak akıl, kitapların hükmünü uygulayacak beden vermiştir.
Bütün bunlar, Allah’a giden yolda kula yardımcı vasıtalardır.
Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz ile peygamberlik son bulmuştur. Ama insanlık son bulmamıştır. Mükellefiyet ve ibadet devam etmektedir. Bu iş kıyamete kadar sürecektir. Akıllı olup ergenlik dönemine ulaşan herkes, Yüce Allah’ı tanımak ve O’na güzel kulluk yapmakla yükümlüdür.
Allahu Teala son peygamberini göremeyenleri kendi hallerine bırakmamıştır. Onları hak yola davet edecek, kendilerine bilmediklerine öğretecek, ilâhi ahlakı yaşamada yol gösterecek, insanlara örnek olacak, kendilerine destek verecek rabbanî alimler yaratmıştır.
Şimdi Allah ve Rasülü’nün bu alimleri bize nasıl tanıttığını ve onların Rabbimizle bizim aramızda ne görevler yaptığını görelim.
Allahu Teala, insanı yeryüzünde kendisini temsil edecek bir halife yaratmıştır.738 Bu halife, insanlar içinde Yüce Allah’ın hükümlerini yerine getiren, onları diğer insanlara öğreten peygamberler ve kamil insanlardır.
Kafir ve fâsıklar bu şereften mahrumdurlar. Onlar Allah’ın halifesi değil, nefislerinin kölesidir. Allahu Teala küfür ve isyanla nefislerine zulmedenlerin bu vazifeyi üstlenemeyeceğini bildirmiştir.739
Allahu Teala, bilmediğimiz şeyleri alimlere sormamızı emreder.740 Rabbanî alimlerin en belirgin sıfatları, zikir ehli olmaları ve Allahtan gerçek manada korkmalarıdır.741 Cenâbı Hak, zikirden gafil ve edebi bozuk olan kimselere uyulmamasını emretmiştir.742
Allahu Teala gerçek alimleri Yüce varlığını, birliğini ve dinini ispat eden birer şahit yapmıştır.743 Kendisine yönelen ve hidayet üzere giden salihlere uyulmasını istemiştir.744 Takvaya ulaşmak için sadık kulları ile beraber olmayı emretmiştir.745
Allahu Teala gerçek alimleri Hz. Peygamber’den (s.a.v) sonra “ülü’l-emir” olarak tanıtmış ve din işlerinde kendilerine uyulmasını emretmiştir.746
Ülü’l-emir hüküm sahibi, din işinde yetkili, sözü geçerli kimse demektir. Halkı hak üzere yöneten adil idareciler ve Allah’ın dinini ihya eden alimler ülü’l-emirdirler.
Kur’an’da bazı insanlar imam diye tanıtılmışlardır. İmam kendisine uyulan insan demektir. Bu imamlar, peygamberlerin dışındaki salih insanlardır. Onlar Allah yolunda güzel kulluk yapmaya sabretmelerinin karşılığı olarak imam yapılmışlar ve Allah’ın izniyle insanları doğru yola sevk etme pâyesine ulaşmışlardır.747
Görüldüğü gibi Allahu Teala, peygamberlerden başka bazı kullarını diğer kullarına imam ve rehber yapmıştır. Onlar Allah ile kullar arasında çok önemli bir görev yapmaktadır. Allah dostları insanlara yeni bir din getirdiklerini söylemiyorlar ki, tehlikeli olsunlar.
Onlar, gerçek İslam nasıl yaşanır onun derdine düşmüşlerdir. Derdi dünya olanlar zaten bizim konumuz dışında. Böyle insanlar kendilerine uyulacak rehberler değil, hallerine acınacak zavallılar, manevi hastalardır.
İmamların kim olduğunu anlamak için hadislere baktığımızda, önümüze gerçek din alimlerinin çıktığını görürüz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, kendisinden sonra ümmetinin sevk ve terbiyesini üstlenen halifelerin bulunacağını, bunların sayılarının çok olacağını, kıyamete kadar bu işin devam edeceğini, her devirde dini canlandıracak, insanlara örnek olacak bir grubun mevcut olacağını bildirir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ayrıca ümmetinin fertlerini tek başına kalmaktan sakındırmış, Allah yolunda birlik (cemaat) olmayı ve bu cemaatin önlerindeki imama samimi olarak tâbi olmasını şiddetle tavsiye etmiştir. Bu konudaki haber ve emirler, sahih hadis kitaplarında genişçe yer almaktadır.
Efendimiz (s.a.v) özellikle namazda en alim ve salih olanların cemaata imam olmasını emretmiş ve sebebini ise şöyle açıklamıştır:
“Şüphesiz alimler, sizin ile Rabbiniz arasında elçilik görevi yapmaktadırlar.”748 Hadis, açıkça Allah ile kullar arasına alimlerin girdiğini ve önemli bir görev yaptığını ifade etmektedir.
Buradan şunu anlıyoruz:
Allahu Teala kendisi ile aramıza peygamberlerini ve alimleri koymuştur. Allah o kimselere ihtiyacı olduğu için değil, insanlara merhametinden dolayı böyle davranmıştır. Böylece insanların Yüce Allah’a giden kulluk yolu açılmış, işleri kolaylaşmıştır. Çünkü insanlar, kendi aralarından birisinin bu istenilenleri yerine getirdiğini görmektedir.
Kamil mürşitler yeryüzünde Allah’ın halifesi, dostu, davetçisi ve dinin bekçileridir. Onlar Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimiz ile kainata gönderilen rahmete, ilme, edebe ve ilâhi sevgiye vâris olmuşlardır.
Onlar, insanları terbiye işinde ülü’l-emirdirler. Takva yolunda imam, zikirde rehber, tövbede şahit, güzel ahlakta örnektirler. Onlar insanları kendilerine değil Allah’a davet ederler, nefislerini değil Mevla’yı yüceltirler. İrşat yetkisini halktan değil, Hak’tan alırlar.
Kamil mürşit, kendisine tâbi olan kimseyi Allah’a yaklaştıracak ve sevdirecek amellere sevk eder. Onu gerçek imana, ihlasa, ibadete, zikre, tevekküle, kaza ve kadere teslimiyete, sünnet ile amel etmeye ve hizmete yönlendirir. Kendisi bu yolda örnek olur, destek verir.
Hiçbir zaman, asla mürşide ibadet edilemez. Ona sadece Allah yolunda itaat edilir. Bu itaatin sınırı ve ölçüsü bellidir.
Bize gerçeği gösterenlere kulak vermeyi ve bizi Allah yoluna sevk edenlere itaat etmeyi emreden Yüce Allah’tır.
Bu itaat şirk değildir. Şükredilecek bir ahlaktır. Şirkten korkan kimse nefsi ile baş başa kalmamalıdır. Kendine bir mürşit bulmalıdır. Onun cemaati ile canlanmalıdır.
Share|
1 yorum:
çok güzel yazı
Yorum Gönder