Himmet
Himmet kelime manasıyla kalbi, iradeyi, duygu ve düşünceyi bir noktaya toplayıp tek hedefe yönelmek demektir.
Hemm ile himmet aynı kökten türetilen Arapça kelimelerdir. Hemm, iyi olsun kötü olsun, herhangi bir şeyi yapmaya yönelmektir. Himmet ise, kıymetli, şerefli ve güzel şeylere yönelmek demektir.
Her insanın azmettiği, gayretini yönelttiği bir hedefi vardır. İnsanların kimisi sadece midesini doyurmaya, şehvetini gidermeye, kimisi de gönle hitap etmeye, kalbin derinliklerine, duygulara yönelir.
Hemm ile himmet aynı kökten türetilen Arapça kelimelerdir. Hemm, iyi olsun kötü olsun, herhangi bir şeyi yapmaya yönelmektir. Himmet ise, kıymetli, şerefli ve güzel şeylere yönelmek demektir.
Her insanın azmettiği, gayretini yönelttiği bir hedefi vardır. İnsanların kimisi sadece midesini doyurmaya, şehvetini gidermeye, kimisi de gönle hitap etmeye, kalbin derinliklerine, duygulara yönelir.
Bu yüzden her insanın değeri, yöneldiği şeyle ölçülür. Derdi dünya olanın Allah katında hiçbir kıymeti olmaz. Hedefi Allah olanın ise, kıymeti kelimelerle ile anlatılamaz.
Günümüzde himmet denilince akla yardım ve destek gelir. ‘Falanın himmetiyle meselemi çözdüm’ demek, ‘Bana verdiği destekle sıkıntıdan kurtuldum’ anlamına gelir.
Elbette ki bu herkesin kabul ettiği bir haldir. Zira bütün insanlık birbirine muhtaç yaratılmış. İnsan bazen bir hayvanın yardımına bile ihtiyaç hisseder. Toplum da böyle; zayıflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller alimlere muhtaçtır.
Kendisine maddi-manevi imkan ve nimet verilenler, imkanlarını muhtaçlara ulaştırmakla görevlidir. Yüce Allah’ın kainata koyduğu kanun böyledir. Bu yüzden bu âleme sebepler alemi denir.
Sebebi ve sonucu yaratan ise Allah’tır.
Peki veliler nasıl himmet eder?
Velinin himmet etmesine mürşidin teveccühü, manevi tasarrufu, nazarı, feyzi, duası da denir.
Bir velinin, karşısındaki bir insanın kalbine feyiz akıtması, ilâhi sevgi aşılaması, sözü, nazarı ve hâliyle ona fayda vermesi mümkündür.
Aynı velinin uzaktaki kimselere himmet ve yardım etmesine ve tasarrufta bulunmasını bazıları kabul etmez. Bu konudaki itirazlar peşinden şu soruları sordurmaktadır:
Bir müridin uzak bir mesafeden mürşidine seslenerek ‘medet, himmet, yardım ey mürşidim!’ diye yardım istemesi dinen doğru mudur?
Ayrıca o velinin bu sesi işitmesi ve ona yardım etmesi mümkün mü?
Kabirdeki bir insanın ruhundan yardım istenir mi?
İstendi diyelim, kabir âlemindeki bir ruh, dünyadaki insana fayda verebilir mi?
Şimdi bu soruların cevaplarına bir bakalım:
İlkin şunu söyleyelim: Konu, manevi âlemde ruh vasıtası ile cereyan ettiği için maddi şartlara mahkum olan akıl onu meseleyi anlamakta zorlanıyor.
Çünkü bu himmet ve yardım şekli farklı boyutlarda meydana geliyor. Alıştığımız şartların dışında gerçekleşiyor. Dolayısıyla zaman ve mekan ölçüleri aşılıyor.
Bu yüzden onu bizzat tecrübe etmeyenler, bunun nasıl olduğunu anlamak için delil ve izah istiyor. Bu hususta haklıdırlar.
Onun için biz de meseleyi işin ehline ve onu tecrübe edenlere soracağız; bu konudaki delilleri ortaya koyacağız. Yanlış anlama ve uygulamaları Allah’ın izniyle tespit etmeye çalışacağız:
Kamil mürşitler bizim gibi basit şeylere yönelmezler. Ellerine emanet edilen bir yetkiyi şahsi çıkarları için, nefisleri adına kullanmazlar. Onlar bütün himmet ve gayretlerini tek hedefe yöneltirler:
O da Allahu Teala’nın rızasıdır.
Arifler dünya ve ahiret hayatlarını bu uğurda feda etmişlerdir. Onlar kendilerine yönelen herkesi de bu hedefe yöneltirler. Her işlerinde Allah’ın rızasını ve muradını gözetirler.
Ayeti kerime de belirtildiği gibi onlar canlarını ve mallarını Allah yoluna kurban etmişlerdir.911
Fakirlik ve zenginliklerinde, acı-tatlı, hastalık-sıhhat hallerinde hep Allah’ın rızasını aramışlardır. Artık böyle bir insandan yardım isteyen, himmet bekleyen kimseler, onlardan Allah için yardım istemelidir. Dünyalık değil.
Dünyalık istekler uğruna bu velileri kullanıp süfli heveslerini değil, ulvi değerlerini ihya etmeli, dünyasını değil, ahiretini kurtarmaya çalışmalıdır.
Büyük veli Şahı Nakşibend (k.s) müritlerinin dünya sıkıntılarını çokça dile getirmelerinden rahatsız olmuş ve onları şöyle uyarmıştır:
“Bizim vazifemiz, bize gelenleri Allah’a sevketmek ve güzel ahlaka ulaştırmaktır. Biz kalplerin ihyası için varız, halk ise bizden dünyalarını mamur etmek için yardım istiyorlar.”912
Tasavvuf erbabına göre himmet, kulun kendisini veya başkasını bir hayra ulaştırmak, bir şerden korumak veya bir kemali ele geçirmek için bütün manevi gücünü kullanarak kalbiyle Cenâbı Hakk’a yönelmesidir.913
Himmet ilâhi nurla temizlenmiş ve takva ile yücelmiş ruhların, Allah’ın izniyle muhtaç kullara yardım etmesidir.
Bu âli ruhlar zamana bağlı değildir. Mekan ile sınırlanmazlar, maddi şartlara takılmazlar. Himmet, kamil velilere emanet edilmiş ilâhi bir nurdur. O nur ile yol alır, hak yolcularını terbiye eder, muhtaçların imdadına yetişirler.
Himmete medet ve şefaat de denir. Bu manevi yardım dünyada olduğu gibi, kabirde, mahşerde ve hesap anında da olabilir.
Allah’ın izniyle başta peygamberler olmak üzere, melekler, salihler, şehitler, alimler diğer kullara yardım ve şefaat edeceklerdir. Kur’an-ı Hakim de kendisini okuyan, yaşayan ve hakkını koruyan müminlere şefaat edecektir.
Himmet Allah’ın rahmetidir. Himmet ehli seçilmiş kullardır. Kulların ihtiyaçlarını görmekle görevlidirler. Cenâbı Hak onlar vasıtasıyla dilediklerine yardım edip, müşkillerini çözer. Aslında kuluna destek veren ve müşkilini çözen Yüce Allah’tır.
‘Himmet şeyhim!..’ diyen kimse, ‘ey şeyhim şu istediğimi yarat’ demez. Bunun manası, şu ihtiyacımı gidermesi için Yüce Allah’a yalvar, Allah’ın sana verdiği yetkiyi kullan, derdime derman ol, demektir.
Bir velinin uzaktaki bir sesi işitmesi mümkündür. Bunun devamlı ve her zaman olması gerekmez. Bu, velilere verilmiş bir keramet çeşididir. Örnekleri çoktur. Ayet ve hadisler bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Ayet ve hadislere bakıldığı zaman, müminlere gökten ve yerden çok özel yardımların geldiği görülecektir.
Burada insan darda kalınca niçin Allah’tan yardım istemiyor da bir kuldan medet umuyor?
Sorusunu yersiz buluyoruz.
Çünkü birbirinize yardım edin, benim size verdiğim nimet ve yetkileri başkalarının ihtiyaçlarını gidermek için kullanın emrini veren Yüce Allah’tır.
Karnı acıkan ve elinde hiçbir imkanı olmayan bir mümin, yanında ekmek olan birilerinden, açım, bana yardım edin diyebilir. Bu kimse rızkını Allah’tan istemedi diye kınanmaz. O kişi şirke düşmüş de olmaz. Manevi rızklarda da durum böyledir.
Peygamber olsun veli olsun diğer bütün varlıklar hep vesiledir. Yüce Allah bazı kullarının ihtiyaçlarını diğer kulları ile gidermeyi daha çok sever. Bunun için bazı işlerde melekleri, peygamberleri, alimleri ve salihleri görevlendirmiştir.
Bu hakikati Rasulullah (s.a.v) Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur:
“Asıl veren Allah’tır, ben ise verileni taksim edip yerine ulaştırmakla görevliyim.”914
Share|
0 yorum:
Yorum Gönder